AKBULUT; 'BEN BÜYÜYÜNCE MAVİ OLACAKTIM'

Mavi umuttur, güzeldir. Mutluluktur mavi diyor Süleyman Akbulut. En büyük düşü pilot olmaktı. Hayat onu hayatının baharında olgun, sararmış yapraklar gibi savurarak yazar yaptı. İyi ki de yazar yapmış çünkü kitabında gerçek yaşam hikayesini öyle bir kurgulamış ki kendinizi bir anda kitapta ki kahramanlardan biri olarak hissediyorsunuz. Şimdi Süleyman Akbulut'un anlamak, okumak ve düşünmekle doyamayacağınız birikip taşan başarı hikayesiyle başbaşa bırakıyoruz.



Sizi tanıyabilir miyiz?

1970 yılında doğdum. İlk, orta ve lise öğrenimini İstanbul'da tamamladım. 1988 yılında önce Gazi Üniversitesi İİBF Ekonometri Bölümü?nde yüksek öğrenime başladım Üniversite son sınıfta 1991'de geçirdiğim trafik kazası sonucu belden aşağısı felçli hale geldim. Anadolu Üniversitesi İktisat Fakültesi (açık öğretim) Kamu Yönetimi Bölümü?ndeki ikinci üniversite eğitimi kapsamında kamu yönetimi bölümünü bitirdim.

Tedavilerden sonra 1992-1998 yılları arasında matematik eğitmenliği yaptım. 1998 yılında kaleme aldığım şiirsel denemelerden oluşan 'Masalsı Yüzleşmeler' isimli ilk kitabımı yayınladım.

2001-2008 yılları arasında Türkiye Omurilik Felçlileri Derneği Genel Başkanlığını yardımcılığını yaptım. Bu dönem içerisinde ayrıca (2003-2008 yıllarında) Omurilik Felçlileri Gençlik ve Spor Kulübünde başkan yardımcılığı, (2005 yılından bu yana ) İstanbul Üniversitesi Özürlüler Araştırma ve Uygulama Merkez Danışmanlığı, (2007-2008) Türkiye Paralimpik Komitesi Yönetim Kurulu Üyeliği görevleri yaptım.

Bu çalışmaların yanında, 2002-2004 yılları arasında İstanbul genelinde yayınlanan Yaşam Gazetesi'nde köşe yazarlığı, ardından da TOFD?nin ulusal yayını olan Kimlik dergisinin Genel Yayın Yönetmenliği?ni yaptım. 2008 Yılında Doğan Egdmont yayın evinden ?Sandalye? isimli bir kitap yayınladım. 2008 yılında Finansbank Kobifinas dergisi ve Teknoloji holding Thema dergisinin editörlüklerini yaptım.

Halen 2008 yılında kurulan Toplumsal Haklar ve araştırmalar Derneği Başkanlığını yapmakta sürdürmekteyim.


Bize okul yıllarınızdan bahsedebilir misiniz?

Okul yıllarım hayatımın en güzel yıllarıydı diyebilirim. Çok güzel bir arkadaş çevresinde güzel bir oyun oynuyormuş gibi eğlenceli, ama diğer taraftan da bilgi birikimimi artırdığım, kendimi geliştirdiğim bir dönem oldu. Tabi benim okuduğum dönem 1989-1992 yılları arası. O yıllarda sosyal iliklilerin ve paylaşım kuvvetli olduğu bir dönemdi. Okumak, paylaşma ve birlikte bir şeyler üretmek yaşamın daha çok merkezindeydi. Dolayısıyla yaşamımın en güzel yılları olarak dağarcığımda yer eden yıllar oldu.

Hayalini kurduğunuz bir meslek var mıydı ve bu hayaliniz gerçekleşti mi? Eğer gerçekleşmediyse neden?

Ben aslında pilot olmak istiyordum. Hatta Hava Harp Okulu sınavlarını dahi kazanıp, orda eğitim görme aşamasına gelmiştim. Ancak ben orayı sadece pilot olunacak bir yer olarak algılıyordum. Ama işin özü bundan ibaret değildi. Orada önce asker, sonra pilot olunuyordu. Bu yüzden oradan ayrıldım. Ekonomi, matematik kökenli bir konu olması sebebiyle ruhuma hitap eden bir meslekti. Niyetim ise eğitimimi tamamladıktan sonra akademisyen olarak okulda kalmaktı. Ancak, kaza, kaza sonrasında yaşadığım felç ve eğitimime uzun süre ara vermek zorunda kalmak bu hayalimi gerçekleştirmeme engel oldu.


Siz konuşurken odanızda gözlerimi alı koyamadığım muhteşem uçak maketlerine takıldım. Bu becerinizden, uçaklara olan sevginizden bahsedebilir misiniz?

Evet. O maketler pilotluğa olan tutkumdan bana kalan yadigar. Pilot olamadım ama uçaklar, havacılık ve gökyüzü tutkum aynen devam etti. Bu aynı zamanda ruhumu zenginleştiren, beni dinlendiren ama en önemlisi rehabilite eden güzel bir hobi. Bu hobim, kaza sonrası süreçte benim en önemli rehabilitasyon aracım oldu. Bu tür hobiler herkes için çok faydalı ama maalesef ülkemizde insanlar hobiler edinmiyor. Bu yüzden günlük hayatın stresi onları daha fazla hırpalıyor. Ya da emeklilik zamanlarında boşluğa düşüyorlar.

Eğitiminizi tamamlayacağınız yıl hiç düşünmediğiniz anda bir olay hayatınızı değiştirdi. Kısaca o yılları ve yaşadıklarınızı bize anlatabilir misiniz?

Büyük bir depremdi. Her şeyden önce inanamıyorsunuz ve ?Bu nasıl olur? diyorsunuz. Ve ikinci bir soru ruhunuzda infilak ediyor ardından: ?Bundan sonra ne yapacağım? Nasıl yaşarım?? Bu doğal bir soru. Çünkü insan ruhunda ve genlerinde tabiatta sakatlığın tanımlanmamıştır. Tabiatta sakat olanın yaşama sansı yoktur. Sakat olan av olup ortadan kalkar. İşte yine bu yüzden sakatlık genetik formlarımızda bile tanımlanmamıştır. Bakın, vücutta bir hastalık olduğunuzda bedeniniz nasıl tepki vereceğini bilir. Size ağrı verir, size ateş verir. Kolunuza bir şey olduğunda vücut bunun sinyallerini ağrı ve sızı ile size verir. Ama bedensel form içinde sakatlık tanımlanmadığı için, size kendini ağrı ve sızı ile hissettirmez. Örneğin, bir omurilik felçlisi bacaklarını hissetmez. İşte beden bu tanımlayamadığı, genlerinde olmayan durum için inanılmaz bir şey yapar ve bunu size bir ruh sızısı ile hissettirir. Bunun çaresi de maalesef yoktur. Yapılabilecek tek şey, eksiltilmiş özgürlüğün verdiği kırılmaları, ruh sızısını asgariye indirmektir. Ben de işte bunu yapmaya çalıştım. Önceleri zor oldu. Eve kapandım. Dışarıdaki dünyada akan yaşama katılmayı reddettim.

Zamanla bakış açım değişti. Dışarıda benim için uygun olmayan dünyayı değiştirmek için bir şeyler yapmaya karar verdim. Yani içimdeki protesto duygusunu, hatta öfkeyi, pozitif bir güce dönüştürüp, dünyaya güzel şeyler katmak yönünde kullanmaya karar verdim.

Peki nasıl oldu bu yeniden yaşama dönüş süreci? Neler yaptınız?

Aslında her şey 1998 yılında tanıştığım bir beyin cerrahı sayesinde değişmeye başladı. Dr. Cengiz Türkmen. Bana bir öneri getirdi ve insanların felç olmasını engellemek için omurilik felçlilerinden oluşan bir ilkyardım eğitim grubu kurup, risk gruplarına yani gençlere, polislere, askerlere, öğrencilere ilkyardım eğitimi vermeyi teklif etti. Aslında sanırım beklediğim de böyle bir şeydi yaşama katılmak için. 1998 yılında Türkiye Omurilik Felçlileri Derneği'nin (TOFD) kurulmasına paralel olarak Dr. Cengiz Türkmen'in oluşturduğu ilkyardım eğitimi grubunda yer aldım. Tamamen omurilik felçlilerinden oluşan bu eğitim grubunda (1998-2008) 150.000 binden fazla kişiye ilkyardım eğitimi verdik.

Tabi aynı anda TOFD'deki çalışmalarım da başlamıştı.

Bir çok konuda öncülük ettiğiniz girişimler ve başarılarınız var. Kısaca bunlardan bahsedebilir misiniz?

Derneğin yasal-sosyal konulardaki işlemlerini yürüterek kamu kurum-kuruluşlarına davalar açılması ve bunlarının takibini üstlendim. Engellilerin haklarının kazanılması yönünde yürüttüğümüz davalar,devlet kurumlarındaki engelli algısını değiştirmeye başladı. Devlet kurumlarının bir iş yaparken engellileri de düşünerek ve kanunlarda belirtilen hakları uygulamaya koyarak hareket etmelerini başlattı. Bunlar yeterli aşamaya gelmiş olmasa da geçmişe göre çok yol alındı bu sayede.

Hayatınızdan ve yaşadıklarınızdan yola çıkarak muhteşem bir eseri ülkemize kazandırdınız. Şimdi bize çok büyük emeklerle hazırladığınız SANDALYE adlı kitabınızı hazırlama fikri ilk nasıl başladı ve kitabı oluştururken neler yaşadığınızı anlatabilir misiniz?

Temelde içimde birikip taşan şeyler diyebiliriz. Bugüne kadar yaşanan her olay damla damla birikti. Yıllar içinde ben büyüdüm ve bu gerçekle yaşamaya alıştım. Elbette büyümenin dramatik bir yanı da var. Büyürken benimle beraber kalp kırıklıklarım ve hüzünlerimde büyüdü ve taştı. Yani kitap bu kalp kırıklıkları üzerine yazıldı.

Bu kitap bir biyografi olarak başladı, sonra anıya, sonra anlatıya ve en sonunda bir anı-romana dönüştü. Hem gerçek, hem de hayal ürünü bir kitap Sandalye. Gerçek; çünkü yaşanan olaylardan çıkıyor, hayal; çünkü birçok kişinin sentezi olan karakterler, kurgusuyla oynanmış hatta kimi zaman masalsı bir üslup var içinde. Yarı gerçek, yarı hayal bir dünyanın izdüşümü, milyonlarca sakatın izdüşümü.

Kitabın özgün bir tarafı da her şeyden önce edebi değerinin olması. Bu ülkede yazılmış çok sayıda engelli kitabı var. Önemli olan yazdığınızın edebi değerinin de olması. Sandalye, edebi kaygılarla yazılmış, kendi içinde kurgusu olan, kelime oyunları ile örülü, okuyanın her şeyden önce ben bir roman okuyorum diyeceği bir kitap. Bu bir anı-roman ve bu niteliği ile Türk Edebiyatında tek. Bu alanda Türk Edebiyatında bilinen hastane ve hastalık odaklı 9. Hariciye Koğuşu kitabı kadar dili kuvvetli olan bir kitap.

Kitabınız o kadar çok beğenildi ki paylaşım sitelerinde hayranlarınız bir araya gelerek Funclup açıp eserinizi yaşatıp herkesin okuması için önerilerde bulunuyorlar. Sizce kitabınızı bu denli okuyucularınızla bütünleyen ve sürükleyen başarınızı neye borçlusunuz?

Normalde kitap okumayan biri olmasına karşın 4-5 gün içinde kitabı bitirmiş ve sonra büyük beğeni ile karşıma çıkan bir okuyucumun gözlerinde ışık ile 'benim hayatımda çok büyük bir kapı açtınız' demesi,bunun dışında bulunduğu yerde kitabıma erişememiş ilkokul mezunu bir okuyucumun kitabı benden isteyerek, birkaç gün içinde okuması da beni oldukça etkiledi. En anlamlılarından biri de babamdır. Babam ileri derece de gözleri bozuk olan biridir. Kitabım çıktıktan sonra odasında masa lambalarının yakın ve yoğun ışıklandırması ile ve iki gözlüğü üst üste koyarak kitabımı okudu ve gün gün anneme neler yapmış olduğumu anlattı. Bu kitabı hatırladığım her anda bu olayı da hatırlayacağım hep.


Bu arada bu kitap sadece engelliler için yazılmış bir eser değil. Hatta siz çoğu yerde Kitabınızı tanımlarken tam bir direniş kitabı diyorsunuz bunu biraz açıklar mısınız?

Tam olarak değil. Aslında bu kitap ötekinin öyküsü. Sakatlık bu ülkede vücudunun bir fonksiyonunu kaybetmekten ibaret değil. Bizim ülkemizde sakat = acınacak, hatta dışlanacak insan anlamına geliyor Bu birçok ülkede sakat olmanın kaderi de böyle aslında. Ama bizim ülkemizde bunun şiddeti ötekileştirilme oranı çok fazla. Hal böyle olunca da bacağınızı kaybetmenin sıkıntısından daha çok, öteki olmanın sıkıntısını yaşıyorsunuz, çünkü biz toplum olarak sakatları dışlama eğilimindeyiz. Baktığımızda göreceğiz ki bizler sakatı içselleştirmiyoruz. Sakat olduğunda farklı kılınıyorsun, yolların sana uygun olmadığını görüyorsun, okullara alınmıyorsun, işe giremiyorsun, ev kiralayamıyorsun, evlenemiyorsun, sevgiyi yaşamak istediğinde kendini daha fazla ifade etmek zorunda kalıyorsun. Dolayısı ile tüm bunlar seni öteki yapıyor. Sen artık ötekisin. Öteki olmaya karşı durmak. Seni çevreleyen dünyaya karşı bir duruş edinmek, yeniden var olabilmek, yani özetle 'Ben varım. Beni yok sayamazsınız' demek bir direniş anlamına geliyor. Sandalye kitabı, işte daha çok bu ötekileşmeyi ve ötekileşmeye karşı direnişi ele alıyor.

Kitabınızda yaşadığınız bir aşktan da bahsediyorsunuz.

Aşk insanın mayasında var. Aşksız olmuyor. Engelli olmanız aşık olmanıza değil ama çoğu durumda ?ki özellikle de Türkiye gibi ülkelerde- aşkı yaşamanıza engel oluyor. Toplumsal önyargılar bunun en başta gelen sebebi. Oysa engelli duyguları daha yoğun ve derin yaşayan bir bireydir. O yüzden aşkı daha yoğun ve içten yaşar. Bu bağlamda aşk onun yaşama bağlarını kuvvetlendiren bir şeydir. Sandalye?de işte aşk bu bakış açısıyla yer bulan bir kitap. Tabi bir engellinin aşkı yaşarken karşısına çıkan engelleri de gerçekçi bir biçimde gözler önüne seriliyor.

'Ben büyüyünce mavi olacaktım?' demişsiniz kitabınızın arka kapağında ve üç noktadan sonra ki devamını sizden dinleyelim.

Mavi umuttur, güzeldir. Mutluluktur mavi. Düşünün; baharı bile yeşilden çok maviyle duyumsarız aslında. Çünkü dikkatimizi çekmez ama kışın her yer yeşildir. Ama gri, yeşili söndürür. Aslında bu yüzden yeşili, canlılığı bile maviyle far ederiz. Bu yüzden büyüyünce mavi olmak. Dedim ben. Mutlu olmayı, düşlerine kavuşmayı anlatmak istedim.

Kitap hayatınızda neler değiştirdi?

Mavi oldum. Sanırım tek cevap bu.

Bu arada unutmadan yakında yeni bir kitabınızın daha bitmek üzere olduğunu öğrendik. Küçük bir ipucu alabilir miyiz? Yeni kitabınızda da aşk olacak mı ve nasıl bir kitap okuyacağız sizden?

Evet. Yeni bir kitap yazıyorum şu anda. Bu kitap da aslında bir başka 'öteki'nin öyküsünü içeriyor. Güney Doğuda savaşmış bir subayın, travmalarını ve yaşama tutunma çabasını anlatmaya çalışacağım. Zaten ben tarz olarak genel bir niyet olarak ifade edersem, hayatın çok farklı alanlarındaki travmaları, başka 'ötekileri' anlatmak istiyorum. Öteki olmanın dehşetini , hüzünlerini anlatmak istiyorum. Sevgi ve aşk da olacak. Aşksız sevgisiz bir yaşam düşünülebilir mi? Ama temasında yine hüzün olacak.

Hayatınızda olmazsa olmaz dediğiniz prensip ve kurallarınız var mı?

Ben varım demek. Yok sayılmaya karşı durmak ve hak aramak. Bu tabi kendi bireysel eksenimde hak aramaktan ibaret değil. Herkes için. Eşitlik temelinde bir yaşam için hak aramaktan bahsediyorum.

Şimdi de engellilerin istihdamına gelecek olursak. Ülkemizde çalışan engelli oranı %22 ABD'de ise %83 arada uçurumlar var. Sizce bunun başlıca sebepleri neler?

Türkiye'nin toplam nüfusunun yaklaşık 1/8?i, yani %12,47 gibi önemli bir oranı özürlülerden oluşuyor. Ancak İŞKUR verilerine göre bu engelli nüfusun ancak %22'si istihdam edilebilmiş durumda. Özürlülerin yaşadığı bu yüksek işsizlik sorunu onların, sağlık giderlerini karşılayamama, sosyal hayata katılamama, psikolojik sorunlar yaşaması vb sonuçlar doğurmakta. Yani aslında istihdamdaki sorun, bir iceberg gibi derinde çok ciddi bir sosyal sorun oluşturuyor.

Bu sorunun bence en önemli üç sebebi var. Birisi erişilebilirlik sorunu. Zira gidemedikten sonra iş bulmanın bir anlamı olmuyor. Diğer bir sebebi ise eğitim. Zira erişilebilirlik sorunlarına bağlı olarak eğitim hakkından yeterince faydalanamadığınızda, yani mesleki bir formasyonun olmayınca iş bulamıyorsunuz. Bu, sarmal bir döngü yaratıyor. Ve üçüncü olarak da; özürlü işçi istihdam edici teşvik edici uygulamalar yetersiz. Kanunla yüzde 3 özürlü çalıştırma zorunluluğu getirip, özürlü işçi istihdam etmeyene ceza kesmekle sorunlar çözülmez.

Sizce engellilerin istihdama kazandırılması için yukarıda söylediğiniz sebepler ışığında engellilere ve işverenlere düşen görevler neler?

Sadece işveren ve özürlülerle çözülecek bir konu değil bu. Devlete de büyük rol düşüyor. Teşvik edeceksiniz. İşyerine vergi indirimi getireceksiniz, işyerinde düzenlemeler yapılması için destek olacaksınız. Özürlülere ilişkin kapsamlı rehabilitasyon ve meslek edindirme eğitim programları geliştireceksiniz. Okulları uygun hale getirip ulaşım sorunlarını çözeceksiniz. Bu üç soruna tutarlı bir çözüm getirirseniz engellinin iş sorununu çözmüş olursunuz.

Aklıma gelmişken sormak istiyorum sizin gelecekle ilgili planlarınız neler?

Öncelikle Sivil toplum alanında Toplumsal Haklar ve Araştırmalar Derneği çatısı altında başta engelliler olmak üzere dezavantajlı sosyal gruplarının sorunlarının çözümü için çalışmaya devam edeceğim. Diğer taraftan da yazın alanında çalışacağım. Yazmayı istediğim çok şey var daha.

Engelsizkariyer.com'dan nasıl yararlanmayı planlıyorsunuz? Son olarak Türkiye'nin ilk Engelliler İnsan Kaynaklar ve Kariyer Portalı Engelsizkariyer.com aracılığı ile herkese bir mesajınız var mı?

Engelsizkariyer.com. Türkiye'de engelli ile işvereni bir araya getiren en önemli açılım bence. Zira İŞKUR bu konuda tek başına yeterli değil. Sorun şu: İşveren kendisine en uygun özelliklere sahip engelliye nasıl ulaşacak? Engelsizkariyer.com işte bu ihtiyaca cevap veriyor. Ben bu portaldan daha çok çevremde iş arayan engellileri yönlendirmekte faydalanıyorum. Ve bu portalın varlığını çok önemsiyorum.


Röportaj: Gülten Yörük



ENGELSİZ KARİYER